Fotoğrafçılık Hikayem
13-14 yaşlarındayken merak sardığım fotoğraf sanatı, ileriki yıllarda milli sporcu olarak yaptığım dağcılık sporunda ve meslek edindiğim dövmecilikte oldukça işime yaradı.
Fotoğrafçılık öğrencisi olmama rağmen, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar fotoğrafçılık profesörü sevgili Zeki Ceyhan’ın yakasına yapışmıştım. “genç arkadaşım” dediği bana özel olarak karanlık oda, kompozisyon ve dijital fotoğrafçılık üzerine uzun uzun sohbetlerle, bir nevi usta çırak ilişkisi içinde kafamda parça parça duran bilgileri bütünleşmiş bir bilgiye dönüştürmüştü.
2 yıl boyunca ona götürdüğüm her bir 36’lık kareyi eleştirdi, beni yerden yere vurdu. O’na sinir oldum. Bana göre güzel olduğunu düşündüğüm her bir karenin, O’nun gözünde eleştirilerle yerin dibine geçmesine gıcık oldum. Ama inatla tüm eserlerimi götürmeye devam ettim.
Bir gün… evet bir gün; “tamam, oldun sen! Hem de çok iyi oldun” dedi.
Şaşırdım. “Na na nasıl yani?” dedim.
“Fatihciğim, artık ot bok çekmeyi bırak, kendine konu seç. Sen zaten fotoğraf çekiyordun. Sadece birkaç çekiç darbesine ihtiyacı olan değerli bir taş idin. Şimdi pırlanta gibi parlama zamanı. Fotoğrafların ve yazıların dergilerde yayınlanmaya hatta telif haklarıyla ufak paralar kazanmaya başlamadın mı?”
“Evet ama hala yeterince iyi değilim hocam, bırakmayın beni”
“Senle yine görüşelim, sohbetler edelim ama öğrencim olarak değil. Fotoğrafçı genç bir arkadaşım, dostum olarak. Senin artık konu seçmen ve uzmanlaşman gerekli, boşuna zaman, boşuna poz harcama… ”
O günden sonra analog fotoğraf makinesini “konu bulamadığım için” yıllarca elime almadım.
Taa ki Elif hamile kalıncaya kadar. Bir gün evraka! dedim. Konuyu buldum. Ailemi çekecektim.
Tek bir kareyi bile boşa harcamadım. İçlerinden seçtiklerimi ara ara karta bastım. Tüm hayatımı vizörümden belgeledim, belgelemeye de devam ediyorum.
Aralara güzel, minik kısa filmler, videolar sıkıştırarak.
Bizce, çocuklara ve bizden sonrakilere, çok güzel hatıralar bırakıyoruz…
Bir cevap yazın